Sayfalar

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Aşkın Bedensiz ve Zamansız Hali

Sevmek Zamanı (1965)
Yönetmen: Metin Erksan Oyuncular: Müşfik Kenter, Sema Özcan, Süleyman Tekcan, Fadıl Garan, Adnan Uygur. 
Senaryo: Metin Erksan, Kemal Demirel 
Yapımcı: Metin Erksan (89 dakika)


Sinemanın en farklı ve yaratıcı yönetmenlerinden biri olan Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı filmi, farklı senaryosu ve anlatım biçimiyle dönemindeki diğer filmlerden ayrılırken, doğu felsefesinde yaygın olarak surete aşık olma olgusunu anlamlandırarak seyirciye müthiş bir sinema lezzeti sunmuştur.
1965 dönemi aslında Erksan için çok değişik bir dönemdir. Çünkü ortaya koyduğu film, dönemin filmlerinden dil ve biçimsel olarak çok farklıdır. Erksan, o dönemde Sevmek Zamanını gösterecek salon bulamaz. Film daha sonra özel gösterimlerle seyircinin karşına çıkar. Sonrasında ise TRT’nin filmi göstermesiyle daha çok izleyici kitlesine ulaşır. Sevmek Zamanı, gerek kadrajları ile gerek ışık ve biçimleriyle olsun döneminin çok ötesinde bir filmdir. Filmde minyatür ve doğu esintilerinin varlığını hissederiz. Filmde her ne kadar batı-doğu sentezi görülse bile aslında Erksan filmi Anadolu hikayesine indirgemiştir. Erksan filmlerinde insanı anlatır. Erksan’ın Antonioni sinemasına yakın duran biçimsel tavrı, dönemin cesaret ürünü aynı zamanda. Uzun uzun kaydırmalar, gölgeye düşen yüzler, sıradan olamayan oyuncu yönetimi… Özellikle teras sahnesindeki kamera devinimleri müthiştir. Sahnelere eşlik eden Türk sanat müziği ezgileri, filmi klasik melodramlara yaklaştırsa bile aynı zamanda bir farklılık sağlıyordu. Kamera hareketleriyle bir ahenk ve uyum yakalayan müzikler hem melankolik aşk hikayesine hizmet etmiş hem de filmin doğu dokusunu beslemiştir. Buradan özetle filmi irdeleyecek olursak;

Halil(Müşfik Kenter) boyamak için girdiği bir evde asılı duran bir kadın fotoğrafına(Sema Özcan) aşık karakterdir. Filmde surete aşık olma teması kullanılmıştır. Surete aşık olma temasını, daha çok doğu usullerinde görürüz. O yüzden bu yönüyle Halil doğu’yu temsil eden bir karakterdir. Meral(Sema Özcan) hem yaşayış tarzı hem de bulunduğu ve ait olduğu çevre ile batıyı temsil etmektedir. 


Büyük adada boyacılık yapan Halil, çalıştığı evlerden birinde asılı duran bir fotoğrafa aşık olmuştur. Aylarca o eve gider o fotoğrafa bakar ve sevdiği kadını izler.
Açılış sahnesi yağmurla başlar. Halil’i bir koltukta, Meral’in tablosuna bakarken görürüz. Melankolik bir hava…
Daha sonra Meral pencereden bakar ve Koltukta oturan ve kendi fotoğrafına büyülenmiş bir şekilde bakan Halil’i görür. Ve olaylar bundan sonra başlar.


Meral, kendi fotoğrafına  bakan bu adamı merak eder. Halil’in büyük aşkına şahit olup etkilenir. Fotoğrafına karşı böyle büyük bir tutku ve bağlılık hisseden adama karşı içinde büyük bir merak ve sempati oluşan Meral, Halil’in çalıştığı eve gider ve orada hiç beklemediği sözlerle karşılaşır:


Sana ait bir mesele değil bu. Resminle benim aramdaki bir durum, seni ilgilendirmez. Ben senin resmine aşığım. Resmin sen değilsin ki, resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın. Ben senin resmine değil de sana âşık olsaydım o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle”.

Halil’in tavrı ise çok nettir. Meral’i reddeder ve resmiyle arasından çıkmasını ister. Halil ustasının ve Meral’in tüm ısrarlarına rağmen resimle yaşadığı aşkın diğerinden daha gerçek olduğuna inanır. Çünkü resim Halil’in dünyasına aittir. Hep orda duracak; Halil’e dostça ve güvenle bakacak. Halil’in bu tavrını daha çok tasavvufi surete aşık olma temalarında görürüz. Surete asıl anlamını veren o surete aşık olan kişidir çünkü. Halil fotoğrafta bulduğu sonsuz dostluktuk ve kaybetme korkusu hissetmeyeceği güvene aşıktır. Yarattığı, bulduğu aşk kendisinden bir parçadır. Onu terk etmeyecek ve ona hep dost sıcaklığında bakacak, güven verecektir. Halil’in bu septik korkusu; fotoğrafta bulduğu güven ve dostluğu asıl sahibinde bulamayabilirim düşüncesinden ileri gelmektedir. Halil’in bu tavrını şu repliklerinden görürüz.
Resmin sen değilsin ki, resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.... Ben senin resmine değil de sana aşık olsaydım ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme, belki de alay edecektin sevgimle... Halbuki resmin bana dostça, iyilikle bakıyor ve ebediyen öyle bakacak...”
 

Resim, Halil’i yargılamadan bakar. Oysa Meral bir gün illa Halil’i yargılayacak ve bırakıp gidecektir. Halil’in korkusu, aslında aşkı kaybetme korkusundan ileri gelmektedir. Halil aslında septik bir karakterdir. Ya da öncesinde yaşadığı bir olaydan yara alıp, aşka güvenini kaybetmiş bir karakter olduğunu tasavvur edebiliriz. Çünkü ancak yara almış bir insan, doğasında bu kadar aşka güvensizlik hisseder. Ve kendi içinden bir parça olan aşkı bulup, yaratır ve yarattığı aşka tekrar aşık olur. Yani acı çekmekten korkar. En güvendiği sığınak onun kendi aşkı olur; belki de yalnızlığında bulduğu aşkı…
Halil’in bu tavrı, filmin hayalde yaşanılan, yaşatılan aşk evresidir.
Meral ise kendi dünyasında bulamadığı sahici aşkı, Halil’in gözlerinde hisseder. Etrafında şimdiye kadar görmediği sahicilikle dolu olan bir aşktır bu. Ve Meral bir süre sonra “Bu aşkın yarısı bana ait” diyerek Halil’in aşkını somutlaştırmak, bunu gerçeklik evresine taşımak ister. Halil, gerçek aşka olan o septik korkusundan dolayı Meral’i kendisinden uzaklaştırır. Ama bir süre sonra teslim olmak zorunda kalır.

Halil, ustasının telkinleriyle ve yardımlarıyla Meral’in aşkını görür ve onun hayatına girme cesaretini kendinde bulur. Burada hayalden gerçekliğe geçiş evresini görürüz. Meral’in çevresinde bir adam daha vardır. Başar… Başar, Meral’in aşkını kaybetmeyi hazmedemez ve erkeklik kisvesi altında güç gösterilerinde bulunur.
Hayalden gerçeğe yaklaşan aşk beraberinde sorunları da getirir. Meral’in babası, kızının bu ilişkisini tasvip etmiş gibi görünse bile, Halil ile olan sahne ve diyaloglarında konuyu sınıfsal ayrıma getirdiğini görürüz. Yani adeta sağ gösterip sol vurmak gibi… Aslında Halil bu gerçeklikten korkar, atış poligonu mekanında gördüğü Meral’in gerçekliğinden ve yapay dünyasından da… İşte Halil’in sözlerinde kendince ne kadar haklı olduğunu görürüz ve o sözler dönüp durur kafamızda… Ben sana değil senin resmine aşığım. 
Ve tekrar hayale dönüş evresi. Sonrasında iç dünyasındaki gerçekliğe sarılan Halil, aslında meral için aldığı gelinliği cansız bir mankene giydirir ve kayıkla açılır. Halil’in bu tutumu; her ne kadar hayalde yaşattığı bir aşkı olsa da insanın her zaman aşkı somut görme istediğine tekabül eder. Yani hayallerimizde yaşattığımız aşkın somutlaşmasını yani beden bulmasını isteriz. O yüzden Halil, aşkı cansız manken üzerinde somutlaştırmıştır. Onun gerçekliği olan bu evre, bizim yani izleyenin hayal olarak adlandırdığı evredir. Meral’de o sırada Başar’la birlikte bir mekanda üzerinde gelinlikle evlenmek üzeridir. Arka taraflarında kocaman gölgeden insanlar dans etmektedir. Bununla algıladığımız şey; Meral için yapay olan bu ortam gerçeklikten yani Meral’in gerçekliğinden çok uzaktır. Herkes, her şey çok yapaydır. Ve Meral o ortamdan kaçarak kendi gerçekliğine yol alır. Yani Halil’in yanına…





Daha sonraki sahnede Meral ve Halil’i kayıkta görürüz. Meral Halil'e gülümseyen bir yüzle bakarak, sırasıyla cansız mankeni ve kendi resmini suya bırakır yani hayalini... 
Aşk artık tam anlamıyla hayalden gerçeğe dönüşmüş, somutlaşmıştır. Halil artık Meral'e tam anlamıyla güvenmiştir. Yüzler gülümser ve Halil’in karşısında dostça sımsıcak bakan ve güven veren bir aşk öylece durur. Tam vuslat olacak dediğimiz sahne…
Atış poligonunda, sinyallerini Başar’dan aldığımız bir sahne devreye girer. Patlamayacak silah sahnede görünmez derler ya o hesap. Kulaklarda şiddetli bir ses duyulur ve aşkın tekrar hayale geçiş anı ekrana tüm çıplaklığıyla yansır… Ve Halil ile Meral’i kendi aşklarını yaratan bir tablo olarak görürüz kayık içinde. Mutsuzluğuna şahit olduğumuz bir tablo. Tıpkı Halil gibi karşısına oturup izlediğimiz bu tablonun, sorgulamasını yaparız içimizde. Belki mutlu aşk yoktur kim bilir… Ya da hayalimizde yarattığımız aşkı koyabileceğimiz bir beden… Ve şimdi, aşk bedensiz ve zamansızdır.


 Mavi Şahin















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder