Sayfalar

3 Aralık 2015 Perşembe

Bulut Gibi




Bir bulutun yağmura dokunmadan sevmesi gibi...
O, ansızın yağacak ve gidecek gidecektir; bilirsin. Tüm yüreğinle yağmasını dilersin. Acıyan yüreğinden yağmurlar damlayıp, doğar avuçlarına. Her bir damlası seni bırakıp gider zamanla. Avuç avuç doğmak için yeni acılara, damla damla senfoniler duyulur sonsuzluk diyarında. Bulut olup yağmuru dinlemek, hissetmek büyümektir; bilirsin çocuk. Ve biz büyüyeceğiz... 

Mavi Şahin






24 Temmuz 2015 Cuma

Gülümsüyorum Öyleyse Varım

Gülümsemenin gücüne inanıyorum.İçten gelen bir gülüşle mucize dediğimiz her şeye. Yapmacıksız, yalansız sadece sevgi ile... Bütün zorluklara rağmen başarabilmenin gücüyle... Benim dünyadaki tüm kirliliklere rağmen; tertemiz gülen ve güldüren, umut saçan ailem ve dostlarım var.
Gülümseyişlerimin kaynağı bu. Hep derim; gülümse ve gülümset! Belki de benim hayattaki görevlerimden biri bu...
Bana umudun, huzurun, özgürlüğün ve yaşamanın rengini, adımla veren aileme minnetle; Mavi gülümseyişlere...
Gülümsüyorum öyleyse varım.

Mavi Şahin


4 Temmuz 2015 Cumartesi

Kulaklığın Teki

Bazen güzel sözlere gerek yoktur, uzun uzun konuşmaya da... Rüzgarın en ucuna oturur, sevdiğin şarkıyı kulaklığın birini hep boşta bırakarak dinlersin. Kulaklığın teki hep boşta kalır doğru zaman gelinceye dek. Uzak dağlarda esen bir rüzgar, usul usul seslenir sana. Fısıldar sana onun sevdiklerini. O zaman onun sevdiği şarkı olmak istersin. Fark edilen bir şarkı.Bazen güzel sözlere gerek yoktur, uzun uzun konuşmaya da... Sadece dinlersin yüreğinde çalan şarkıyı, kulaklığın biri boşta... 

Mavi Şahin


5 Haziran 2015 Cuma

Bir Garip Serçe

Bütün duraklarını ezberlediğim İstanbul'da, güne yağan yağmurlar gibi. Ben çok özledim hem de çok. Dumanı tüten vapurda, simit bekleyen martılar gibi. Ben çok özledim hem de çok. Günü seyre dalan gece gibi. Sevilmeyi bekledim hem de çok. Bir garip serçe gibi... 

Mavi Şahin










16 Mayıs 2015 Cumartesi

Aşkın Bedensiz ve Zamansız Hali

Sevmek Zamanı (1965)
Yönetmen: Metin Erksan Oyuncular: Müşfik Kenter, Sema Özcan, Süleyman Tekcan, Fadıl Garan, Adnan Uygur. 
Senaryo: Metin Erksan, Kemal Demirel 
Yapımcı: Metin Erksan (89 dakika)


Sinemanın en farklı ve yaratıcı yönetmenlerinden biri olan Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı filmi, farklı senaryosu ve anlatım biçimiyle dönemindeki diğer filmlerden ayrılırken, doğu felsefesinde yaygın olarak surete aşık olma olgusunu anlamlandırarak seyirciye müthiş bir sinema lezzeti sunmuştur.
1965 dönemi aslında Erksan için çok değişik bir dönemdir. Çünkü ortaya koyduğu film, dönemin filmlerinden dil ve biçimsel olarak çok farklıdır. Erksan, o dönemde Sevmek Zamanını gösterecek salon bulamaz. Film daha sonra özel gösterimlerle seyircinin karşına çıkar. Sonrasında ise TRT’nin filmi göstermesiyle daha çok izleyici kitlesine ulaşır. Sevmek Zamanı, gerek kadrajları ile gerek ışık ve biçimleriyle olsun döneminin çok ötesinde bir filmdir. Filmde minyatür ve doğu esintilerinin varlığını hissederiz. Filmde her ne kadar batı-doğu sentezi görülse bile aslında Erksan filmi Anadolu hikayesine indirgemiştir. Erksan filmlerinde insanı anlatır. Erksan’ın Antonioni sinemasına yakın duran biçimsel tavrı, dönemin cesaret ürünü aynı zamanda. Uzun uzun kaydırmalar, gölgeye düşen yüzler, sıradan olamayan oyuncu yönetimi… Özellikle teras sahnesindeki kamera devinimleri müthiştir. Sahnelere eşlik eden Türk sanat müziği ezgileri, filmi klasik melodramlara yaklaştırsa bile aynı zamanda bir farklılık sağlıyordu. Kamera hareketleriyle bir ahenk ve uyum yakalayan müzikler hem melankolik aşk hikayesine hizmet etmiş hem de filmin doğu dokusunu beslemiştir. Buradan özetle filmi irdeleyecek olursak;

Halil(Müşfik Kenter) boyamak için girdiği bir evde asılı duran bir kadın fotoğrafına(Sema Özcan) aşık karakterdir. Filmde surete aşık olma teması kullanılmıştır. Surete aşık olma temasını, daha çok doğu usullerinde görürüz. O yüzden bu yönüyle Halil doğu’yu temsil eden bir karakterdir. Meral(Sema Özcan) hem yaşayış tarzı hem de bulunduğu ve ait olduğu çevre ile batıyı temsil etmektedir. 


Büyük adada boyacılık yapan Halil, çalıştığı evlerden birinde asılı duran bir fotoğrafa aşık olmuştur. Aylarca o eve gider o fotoğrafa bakar ve sevdiği kadını izler.
Açılış sahnesi yağmurla başlar. Halil’i bir koltukta, Meral’in tablosuna bakarken görürüz. Melankolik bir hava…
Daha sonra Meral pencereden bakar ve Koltukta oturan ve kendi fotoğrafına büyülenmiş bir şekilde bakan Halil’i görür. Ve olaylar bundan sonra başlar.


Meral, kendi fotoğrafına  bakan bu adamı merak eder. Halil’in büyük aşkına şahit olup etkilenir. Fotoğrafına karşı böyle büyük bir tutku ve bağlılık hisseden adama karşı içinde büyük bir merak ve sempati oluşan Meral, Halil’in çalıştığı eve gider ve orada hiç beklemediği sözlerle karşılaşır:


Sana ait bir mesele değil bu. Resminle benim aramdaki bir durum, seni ilgilendirmez. Ben senin resmine aşığım. Resmin sen değilsin ki, resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın. Ben senin resmine değil de sana âşık olsaydım o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle”.

Halil’in tavrı ise çok nettir. Meral’i reddeder ve resmiyle arasından çıkmasını ister. Halil ustasının ve Meral’in tüm ısrarlarına rağmen resimle yaşadığı aşkın diğerinden daha gerçek olduğuna inanır. Çünkü resim Halil’in dünyasına aittir. Hep orda duracak; Halil’e dostça ve güvenle bakacak. Halil’in bu tavrını daha çok tasavvufi surete aşık olma temalarında görürüz. Surete asıl anlamını veren o surete aşık olan kişidir çünkü. Halil fotoğrafta bulduğu sonsuz dostluktuk ve kaybetme korkusu hissetmeyeceği güvene aşıktır. Yarattığı, bulduğu aşk kendisinden bir parçadır. Onu terk etmeyecek ve ona hep dost sıcaklığında bakacak, güven verecektir. Halil’in bu septik korkusu; fotoğrafta bulduğu güven ve dostluğu asıl sahibinde bulamayabilirim düşüncesinden ileri gelmektedir. Halil’in bu tavrını şu repliklerinden görürüz.
Resmin sen değilsin ki, resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.... Ben senin resmine değil de sana aşık olsaydım ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme, belki de alay edecektin sevgimle... Halbuki resmin bana dostça, iyilikle bakıyor ve ebediyen öyle bakacak...”
 

Resim, Halil’i yargılamadan bakar. Oysa Meral bir gün illa Halil’i yargılayacak ve bırakıp gidecektir. Halil’in korkusu, aslında aşkı kaybetme korkusundan ileri gelmektedir. Halil aslında septik bir karakterdir. Ya da öncesinde yaşadığı bir olaydan yara alıp, aşka güvenini kaybetmiş bir karakter olduğunu tasavvur edebiliriz. Çünkü ancak yara almış bir insan, doğasında bu kadar aşka güvensizlik hisseder. Ve kendi içinden bir parça olan aşkı bulup, yaratır ve yarattığı aşka tekrar aşık olur. Yani acı çekmekten korkar. En güvendiği sığınak onun kendi aşkı olur; belki de yalnızlığında bulduğu aşkı…
Halil’in bu tavrı, filmin hayalde yaşanılan, yaşatılan aşk evresidir.
Meral ise kendi dünyasında bulamadığı sahici aşkı, Halil’in gözlerinde hisseder. Etrafında şimdiye kadar görmediği sahicilikle dolu olan bir aşktır bu. Ve Meral bir süre sonra “Bu aşkın yarısı bana ait” diyerek Halil’in aşkını somutlaştırmak, bunu gerçeklik evresine taşımak ister. Halil, gerçek aşka olan o septik korkusundan dolayı Meral’i kendisinden uzaklaştırır. Ama bir süre sonra teslim olmak zorunda kalır.

Halil, ustasının telkinleriyle ve yardımlarıyla Meral’in aşkını görür ve onun hayatına girme cesaretini kendinde bulur. Burada hayalden gerçekliğe geçiş evresini görürüz. Meral’in çevresinde bir adam daha vardır. Başar… Başar, Meral’in aşkını kaybetmeyi hazmedemez ve erkeklik kisvesi altında güç gösterilerinde bulunur.
Hayalden gerçeğe yaklaşan aşk beraberinde sorunları da getirir. Meral’in babası, kızının bu ilişkisini tasvip etmiş gibi görünse bile, Halil ile olan sahne ve diyaloglarında konuyu sınıfsal ayrıma getirdiğini görürüz. Yani adeta sağ gösterip sol vurmak gibi… Aslında Halil bu gerçeklikten korkar, atış poligonu mekanında gördüğü Meral’in gerçekliğinden ve yapay dünyasından da… İşte Halil’in sözlerinde kendince ne kadar haklı olduğunu görürüz ve o sözler dönüp durur kafamızda… Ben sana değil senin resmine aşığım. 
Ve tekrar hayale dönüş evresi. Sonrasında iç dünyasındaki gerçekliğe sarılan Halil, aslında meral için aldığı gelinliği cansız bir mankene giydirir ve kayıkla açılır. Halil’in bu tutumu; her ne kadar hayalde yaşattığı bir aşkı olsa da insanın her zaman aşkı somut görme istediğine tekabül eder. Yani hayallerimizde yaşattığımız aşkın somutlaşmasını yani beden bulmasını isteriz. O yüzden Halil, aşkı cansız manken üzerinde somutlaştırmıştır. Onun gerçekliği olan bu evre, bizim yani izleyenin hayal olarak adlandırdığı evredir. Meral’de o sırada Başar’la birlikte bir mekanda üzerinde gelinlikle evlenmek üzeridir. Arka taraflarında kocaman gölgeden insanlar dans etmektedir. Bununla algıladığımız şey; Meral için yapay olan bu ortam gerçeklikten yani Meral’in gerçekliğinden çok uzaktır. Herkes, her şey çok yapaydır. Ve Meral o ortamdan kaçarak kendi gerçekliğine yol alır. Yani Halil’in yanına…





Daha sonraki sahnede Meral ve Halil’i kayıkta görürüz. Meral Halil'e gülümseyen bir yüzle bakarak, sırasıyla cansız mankeni ve kendi resmini suya bırakır yani hayalini... 
Aşk artık tam anlamıyla hayalden gerçeğe dönüşmüş, somutlaşmıştır. Halil artık Meral'e tam anlamıyla güvenmiştir. Yüzler gülümser ve Halil’in karşısında dostça sımsıcak bakan ve güven veren bir aşk öylece durur. Tam vuslat olacak dediğimiz sahne…
Atış poligonunda, sinyallerini Başar’dan aldığımız bir sahne devreye girer. Patlamayacak silah sahnede görünmez derler ya o hesap. Kulaklarda şiddetli bir ses duyulur ve aşkın tekrar hayale geçiş anı ekrana tüm çıplaklığıyla yansır… Ve Halil ile Meral’i kendi aşklarını yaratan bir tablo olarak görürüz kayık içinde. Mutsuzluğuna şahit olduğumuz bir tablo. Tıpkı Halil gibi karşısına oturup izlediğimiz bu tablonun, sorgulamasını yaparız içimizde. Belki mutlu aşk yoktur kim bilir… Ya da hayalimizde yarattığımız aşkı koyabileceğimiz bir beden… Ve şimdi, aşk bedensiz ve zamansızdır.


 Mavi Şahin















3 Mayıs 2015 Pazar

Fısılda







Küçükken bir oyuncağını kaybedip ağlarsın ya... İşte o aslında hiç kaybolmamıştır; bir yerlerde saklanmıştır. Tıpkı küçüklüğünün, yüreğinin bir yerinde gizlenmesi gibi. Zamanı gelince, çıkar ortaya... Belki bir rüzgar belki de bir yağmur fısıldar kulağına. Unutma...

Mavi Şahin





23 Nisan 2015 Perşembe

Dün bugündü


Dün yine yağmur yağıyordu gölgelerimize. Ben düşen her her damlayı fark ettim seninle birlikte. Anlar yavaşladı; damlalar söndürdü sigarını. Dumanı kaldı ellerinde. Yavaş yavaş uçuştu gözlerinden isler.Ve sen göremedin yine yağmur yürekli... 
Mavi Şahin



4 Nisan 2015 Cumartesi

Asi Rüzgara


Rüzgar eser ürkekçe dokunur tene
Sevdiğinin saçlarını tarar yavaşça
Fısıldar sevgisini usulca
Canlanır hayaller dorukta

Sen ben olmuşsun, ben sen olmuşum der adeta

Ve yum gözlerini; bak ben seni aradım hep
O uzak dağlarda estim yıllarca
Dans ettim her köşe başında
Sen benim yasaklı ruhum
Söyle bana!

Aşk tenine esmek mi yavaşça?
Sana gelmek ama dokunamamak
Sen benim yağmur kokan ruhum
Söyle bana! 
Son bir dans için hazır mısın burada?
Eselim rüzgar olup dağlara...
Sonbahar başlangıcında... Mavi Şahin









29 Mart 2015 Pazar

Ji Sub Adası Ve Deniz Feneri






Beni tanıyanlar, So Ji Sub'a ne kadar çok hayran olduğumu bilir. Birine hayran olma durumum çok nadir görülmüştür. Hayranlığım karakterine, oyuncu disiplinine, yeteneğine ve tabiki hayatta sergilediği o güçlü duruşa... Sessiz sakin yapısının altındaki o güçlü duruş ve acılardan beslenmesi beni etkileyen sebeplerden. Ama asıl sebep, belki de hayata benzer pencerelerden bakmamız. Daha önceden verdiği bir röportajda, kendisini ve annesini betimlerken kullandığı cümleler ve kelimeler, ne kadar hassas ve güçlü kalbinin olduğunu gösteriyor.Ve verdiği bu demeçle onu neden sevdiğimi  bir kez daha anladım. Bence, onu sevmek için bir çok sebep var. 



Bahsettiğim röportajı aşağıda sizlerle paylaşıyorum. ;)


So Ji Sub, What Happened on JS Island
(Woman’s Joogang 2004/March)


(Jisub ıssız bir ada gibi. Dünyanın geri kalanından izole edilmiş bir ada, ama sıcak ve tatlı bahar rüzgarı tarafından adaya savrulmuş bir kelebek için daha misafirperver ve dostça bir yer olamaz. JS adası 28 yıldır güçlü dalgalarla, şiddetli rüzgarlarla, sert mevsim değişiklikleriyle boğuşmuş. Şimdi, yüzünde bir gülümsemeyle geçmişe dönüp bakıyor ve adasında olanlardan bahsediyor)


Hikayeye biraz alışılagelmiş şekilde başlamak istiyorum. 28 yaşındayım. Bugünlerde kafama taktığım şeyler; aktörlük kariyerimle ilgili şeyler yüzünden üniversiteden mezun olamamak ve son zamanlarda dizilerde karşılıklı oynadığım aktrislerle hakkımda dedikoduların çıkması.

Eğer hakkımda bir şeyler söylemem gerekirse, zor geçen çocukluğuma rağmen vakarımı hiç kaybetmedim. Ve insanların yanlış anlamalarını hiç umursamam. Lisedeyken, Korea Universal Comptetion’dan yüzme yarışmasında bronz madalya kazandım, SBS Acting Award’tan geçen yıl iki prestij ödülü aldım. Tüm bunlara rağmen hala her ödülden önce heyecanlanıyor ve ödül aldıktan sonra kendimi çok acemi hissediyorum. Bende tek değerli varlığım olan güçlü vücuduma uygun ( genç yaşta yaptığım yüzme antrenmanlarına şükürler olsun)  ve her stile mükemmel uyacak şapkalar kullanma hastalığı var. (Bir Kore Filmi olan) Public Enemy’de olduğu gibi gerçek bir kötü adam rolü oynamak istiyorum. Bir de otuz beşime geldiğimde otel yöneticiliğiyle ilgili yurt dışında eğitim almayı planlıyorum.

KÜÇÜK ADA VE DENİZ FENERİ

Bir defasında biri bana hiç hayatına son vermek istedin mi, diye sormuştu. Soruyu basit bir cümleyle geçiştirdim: “Asla desem yalan olur” ama gözlerimdeki ürpertiyi ustaca yakalayınca şaşkına dönmüştüm. Ölüm sözcüğü anne sözcüğü ile kafama dank ediyor. İronik olarak “anne” kelimesi “ölüm” kelimesini düşünmemi sağlıyor.

8 yıl önce, annem bize 5.000. 000 won’a aylık kirası da 300. 000 won’a mal olan mütevazi yuvamızı geçindirmek için gerçekten çok çalışmak zorundaydı. Tek oğlu yüzme bölümünde bir kolej öğrencisiydi. Jean üreticisi Stom için Seung Hun’la (en yakın arkadaşlarımdan biri) modellik yapmaya başladığımda sırtındaki yükü paylaşmaya başladım.

Eve iki kişinin kazancı girse bile var olan borçlarımızı kapatmak imkansız gibi görünüyordu. Borçlarımızın geri ödemesi için daha fazla para kazanmalıydık, bu bir kısır döngüydü.

Yaşamın dayanılmaz yükü yüzünden annemin çektiği eziyetleri görerek intiharı düşündüm. Sonra annemin yaşam gayesini düşündüm… bendim… Derin bir nefes alıp ölüm kelimesini aklımdan silmek zorundaydım. Annemin verdiği ilhamla yoluma devam edebildim, tekrar…


Annem JS adasının denizfeneri gibidir. Bir denizfeneri bütün adayı aydınlatamaz, ama korkunç ve karanlık okyanusa sinyaller göndererek yabancı gemilere olası çarpışmalardan adayı korur. Annem beni korumak için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırken, ben basit bir “teşekkür ederim” bile demeden orada öylece duruyordum.

Arada bir annem ve ben birlikte içeriz. Bir gün yine beraber içerken, bana baktı ve “Jisub, bazen seni tanıyamıyorum, ne düşündüğünü anlayamıyorum” dedi. O an, kendi annemden bile izole ettiğim ıssız bir ada olduğumu fark ettim. Sadece bana bahşedilmiş olan denizfenerini almıştım. Her gün sinyaller göndermenin denizfenerinin görevi olduğunu kabul ediyorum. Denizfenerinin varlığı bana pek çok rahatlık sağlıyordu, ama ben, denizfenerinin sadece ada için var olduğu gerçeğini göz ardı etmiştim.


O günlerle karşılaştırıldığında çok daha iyiyiz. Bu, bulutların üzerinde yürüyormuşum gibi hissettiriyor bana. Sevdiğim işi, aktörlüğü yaparken şimdi daha iyi kazanıyorum. Tüm bunlardan daha önemlisi beni aşkla seven hayranlarım var. Deniz fenerine “Seni Seviyorum” dememiş olmama rağmen, samimiyetle umuyorum ki annem bundan sonra ilerlemiş ve bereketli JS adasında bulunmaktan hoşlanır. Anneme soluk alıp dinlenebileceği bir yer sağlamak istiyorum.


GİZLİ ADA, JS ADASI

JS adası umutlar ve hayallerle dolu. Sadece birkaç kişi çok az bir süre üzerinde kalır, ama çoğu zaman yalnızım. Hayaller kurabilmemi sağlayan da bu. Yalnız olmayı sevdiğim gibi, aylarca da öyle kalabilirim. Kalkar ve kahvaltı ederim. Birkaç saat video izler moralimi düzeltirim. Her çeşit müziği dinler nette sörf yaparım. Tüm bunları bitirdiğimde günün neredeyse sona ermiş olduğunu fark ederim. Eğer dikkat etmezsem (ki çoğu zaman etmem) aradan birkaç ayın geçmiş olduğunun farkına varırım. Mevcut arkadaşlarımla ilişkilerimi sıkı tutarım, ama yeni arkadaşlıklar edinmem biraz zaman alıyor. Ancak sekiz yıl öncesine göre epey yol kat ettim(modelliğe başladığım tarih). Storm modelliği esnasında Song Seung Hun’la tanıştım, şu an en iyi arkadaşım, sanırım belirtmeye bile gerek yok, ilk tanıştığımızda ben son derece mesafeliydim. Bana ne zaman doğduğumu sorduğunda cevabım kısa ve netti. Şimdi düşünüyorum da o an çok garip hissetmiş olmalı.

İlk çalışmada ekiple geçirilen birkaç eğlenceli saatten sonra, çok hoş bir insan olduğunu fark ettim ve onunla dost olmak istedim. Aramızdaki buzları kırmak istiyordum ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Arkasından soyunma odasına gittim ve tenha bir yer dışında bir yerde asla soramayacağım bir soru sordum: “Şimdi biz süperstar mı olacağız?”


Inchon’da arabasız yaşamaya alışkındım ve taksi tarifelerinden de kurtulmak istiyordum. Bunu bildiği için Seung Hun odasında bana kalmam için yer verdi. Bence bu, JS adasının dünyanın karşısına başarılı bir çıkış yapmasının en büyük faktörlerinden biri.


TERK EDİLMİŞ ADA/ NEFES ALINABİLECEK BİR YER

Başka birinin hayatını yaşamak son derece ilginç bir tecrübe. “Three Man and Three Women” “WangRun99” “Model” “Law Firm” “Glass Shoes” “We Are dating Mow” “Delicious Propose” “Love For Thousand Years” … and “Bali…” Rol aldığım dramaları ne zaman listelesem, bu dramalardan çoğu popüler olmasına rağmen ve benim de bu dizilerde önemli rollerde oynamış olmama rağmen, insanlar, ben dikkat çekmediğim sürece o rollerde beni hatırlamayacak gibi görünüyor. Sanırım SBS Beautiful Life, insanlar tarafından tanınmamı sağlayan yapıttı. Sağlık sebepleri yüzünden küçükken yüzmeye başladım. 11 yıllık çalışmadan sonra kariyerimi geliştirme şansı kalmayınca yüzmeyi bıraktım. Arkama bakmadım. Yüzmenin beni başarıya ulaştıracak yol olduğunu asla düşünmemiştim. İronik ama, ben bıraktıktan sonra, yüzmenin eğlence sektöründeki kariyerime çok faydası oldu.

Her yeni dramaya başlama aşamasında, JS adasında yeni bir ziyaretçi gemisini rıhtıma yanaştırır, ve sonra adanın dekorasyonuna başlar. Drama sona erdiğinde, ziyaretçi dış dünya tarafından kurtarılır ve adadan ayrılır. Bali dizisinde ziyaretçi Inwook’tu. Deniz fenerine sahip olan bir adayla yalnız bir anne tarafından büyütülmüş çocuk arasında pek çok benzerlik var.

Eğer hayalleriniz varsa yoksulluk asla kader değildir. Favori numaram 51. Yüze ulaşmak için daha uzun bir yolum var. 51 yarısından büyük. %51 gerçekleştirme ihtimaliyle Inwook benim adamda hayallerini ve umutlarını arıyor.

Mavi Şahin

Gölgede Uyuyan Çocuklar



Gündüz gülüşlü çocuk... Ellerinde bir mendilin beyaz izleri. Gözlerinde katran hüznün gölgeleri. Geceyi bekleyen, isli paslı elleri. Güneş yakıyor tenini... Kanıyor, acıyordu bedeni. Şimdi gölgelerin altına saklanma vakti! Bir ağacın...
Uyu ve dinle çocuk! Acıdan arınmış bedenin sıyrılışını, huzurun kanat çırpan sesini dinle. Mutluluğa demlenen, güzel düşler görmen ümidiyle... Mavi Şahin 



26 Mart 2015 Perşembe

Zamansız







Bazen hissettiğiniz sancılar ve acılar; sizi yeni bir yolculuğun, farklı başlangıcına götürür. Deneyimlenen her yolculukla, başka seyahatlere gebe olur ve farklı başlangıçlarda bulursunuz kendinizi. Yeni Yolculuklara... Mavi Şahin







17 Mart 2015 Salı

Kayıp Pusula



   

 En büyük yolculuk, insanın kendine yaptığı yolculuğudur. Bu yolculukta her şeyi göze alıp çıkarsınız yola. Hele ki özgür bir ruhunuz varsa, bir yere ait olduğunuzu hissetmezsiniz. Ait olduğunuz ne ise onu bulma umuduyla yollara çıkarsınız
 Her insan bir yerlerde gizlenmiş aidiyetini arar. Kayıp olanı bulmak ister. İşte şimdi bende bir yola çıktım. Elimdeki kayıp, adsız pusulayla... 
Bu pusulanın sahibi var mı onu da bilmiyorum.Bildiğim tek şey, bu pusulada beni yollara çıkaran bir tılsım var. Bir sonraki durakta kayıp olan şeyi bulabilirsem ya da karşılaşırsam onunla bir bankta... Sorularım cevap bulabilir bir anda bilmiyorum. Belki devam ederiz keşiflerimizi bekleyen yollarda; yeni duraklara, yeni yolculuklara... Belki de ad koyarız o pusulaya; doğru zamanda, doğru rotayla!
Kayıp olana... Mavi Şahin


1 Mart 2015 Pazar

Adı Konulmamış Susmalar

























Gözlerim gözlerinde,
Ellerim ellerinde,
Bu seninle son tango diye.
Ölüyoruz ikimizde
Bak soluğumuz tenimizde... Mavi Şahin







27 Şubat 2015 Cuma

Hüzün Kokan














Hüzün kokuyor dört bir yan hüzün
Oluruna bıraktım hayatı bugün
Çığlıklar sancılıyor oluyor sükun
Darmadağın yüzün
Oluruna bıraktım hayatı bugün
Kara Kapkara kokuyor etraf bugün
Elveda! Gözyaşları...


Gizlice ağlıyorsun
Tenin keskin rutubetli sabaha saklı...
Ruhun bir garip Meryem; kime ne!
Değersizdir beden, bu böyle biline.

Şimdi!
Mahkumsun hükümsüz sözlere
Hüzün kokuyor dört bir yan hüzün
Oluruna bıraktım hayatı bugün...
Elveda! Gözyaşları... Mavi Şahin

26 Şubat 2015 Perşembe

Kahverengi




















Koyu kahve rengi gözlerin baktıkça beni benden alan... 
Rüzgarın yardımıyla kahve kokusu duyuyorum uzaktan
Bana beni anlatan,
Her daim esrarı olan
Ve hiç kaybolmayıp beni buğusuna kaptıran
Koyu kahve rengi gözlerin,beni benden alan. Mavi Şahin

25 Şubat 2015 Çarşamba

Ama Sen Şemsiyeni Almadan Gel

Sevmek Zamanı




















Burada yağmur yağıyor 
Aralıksız yağıyor günlerdir 

Ama sen yine de şemsiyeni 

Almadan gel ilk otobüsle 


Buğulanan camlara usulca 
Yüzünü çiziyorum ki yüzün 
Bir yağmur damlası olup 
Düşüyor yapraklarına gülün 



Burada yağmur yağıyor ama sen 
Şemsiyeni almadan gel yine de 

Özletiyor bu çılgın sağanak seni 

Sırılsıklam özletiyor biliyor musun


                            (Ahmet Telli)


21 Şubat 2015 Cumartesi

Yağmurda Islanan Ayaklar


 




Bugünde sana yazdım yağmur yürekli.Kendi kendime ben seversem yağmur yüreklim; derim herhalde diyordum hep. Çünkü en sevdiğim şeydi yağmur. Yağmur yağınca,kalbim ökseye sıkışmış kuş misali atardı. Ben küçük bir çocuk olurdum yağmur yağdığında. Yüreğim ağzımda, ayaklarım su içinde dans ederdim yağmur damlalarıyla. Değişik bir korku vardı içimde.Yağmurun dinmesinden korkardım. Beni çekip götüren yağmurun. Ellerimden kayıp gitmesinden. Saçlarıma konamamasından. Ayaklarımın dans edememesinden,bir su birikintisinde.

 Çok sevmekten korkardım ben. Teslim olmadım çılgın bir sağanağa, gitmesine izin verdim. Ben yağmuru çok sevdim. Sevmekten korkarken bile. Bir gün beni bırakan bir yağmur bulmaktan korktum. Ben hep o yağmurun yağmasını bekledim. Benim yağmur'umun. Şimdi ilk defa yağıyor. Ama ben hala korkuyorum; çok sevmekten korkuyorum. Üzerime yağmayan bu yağmurun beni görmeden teğet geçip, başka hayatlara yağmasından.Korkuyorum.Yağmur Yürekli...D. Mai





18 Şubat 2015 Çarşamba

Ruha Dokunan

snow flower mai


En sevdiğim radyo açık. Sesler raks ediyor adeta kulaklarımda. Pencerenin en güzel köşesinde koltuğum. Bir elimde çay, manzaraya dalıyorum. En sevdiğim kitap tam yanımda. Ama daha çok sevdiklerim uzakta. Beyaz bir örtü kaplı buradan çok uzaklara.Tam karşımda bir cadde. İnsanlar yürüyor. Onları düşünüyorum,hayal ediyorum. Hepsinin meslekleri, vasıfları, ruhları tanımlanıyor kafamda.Kuruyorum kendimce. Ocaktaki çaydanlık ses veriyor sonra. Dalgınlığımdan uyanıyorum. Gülümsüyorum. D. Mai